Bir Tutam Mutluluk,Lazım Bize-Erkenci Kuş 27.bölüm

İlk kez bir bölüm yorumu yazmaya başlarken bu kadar zorlanıyorum.Nereden başlayayım hiçbir fikrim yok.Bölüme başlarken çok umutluydum.Temposu ve tansiyonu oldukça yüksek bir bölüm bekliyordum. Ancak sahneler akıp,zaman geçtikçe benim için ciddi bir hayal kırıklığı oldu.Senaristler açısından düşünürsek dizi sürelerinin uzunluğu hem yazımı hem de o tempoyu sürekli olarak aynı düzeyde kesinlikle çok zorlaştıran bir şey, bunu kabul etmek lazım. Ki bu isimler, hem meslekteki hem de bu tür üzerindeki tecrübeleri daha önce imza attıkları işler göz önüne alındığında benim açımdan asla tartışılamayacak iki isim. Elbette yaptıkları işleri sorgulamak bizlere düşmez.Ama sıradan bir seyirci olarak özellikle 27. bölüm beni hiç tatmin etmedi, bunu söylemek isterim.

Bölüme gelirsek eğer Can’ın, Hüma ile ilişkisinde geçmişten gelen çok ciddi, ve buna yıla rağmen kabuk bağlamamış yaraları var belli ki Hüma’nın yaptıklarına karşılık bu kadar üstten üstten konuşup zerre altan almaması beni son derece rahatsız etti. Fakat maalesef gerçek hayatta böyle insanlara rastlatmak hiç zor değil bence. Zira, özellikle Türk toplumunda bazı çiftlerde evlenirken her şey çok güzel, ama iş anlaşamayıp boşanmaya geldiğinde olan çoğunlukla çocuklara oluyor. Hüma’nın çerçeve eline aldığındaki tavrı her şeyi çok net bir biçimde ortaya koyuyor. Geçen yıllar ile birlikte Hüma’nın Emre ile arasındaki mesafe hâlâ bir adımken, Can ile arasına adeta aşılmaz dağlar girmiş. Ben, saygının karşıdaki kişi tarafından hak edilip kazanılması gereken bir olgu olduğuna inanlardanım. Bu yüzden iki insan arasındaki akrabalık bağı bazen hiçbir şeydir, bazen ise her şey…

Gelelim, Can ile Sanem’e. Ne yalan söyleyeyim, Sanem’in parfümün formülünü Fabri’ye verilmesi ile ilgili bir ters köşe çıkacağından kesinlikle emindim,büyük yanılmışım. Sanem’in parfümün formülünü vermesi bence, ilişkileri açısından geri dönülmesi çok zor bir çıkmaz sokak.Neticede,Can eninde sonunda bunu öğrenecek. Üstelik ben, Ceyda’nın bu konu ile ilgili şüphelerinin olduğunu ve bunu ilk fırsatta sağlam bir koz olarak kullanacağını düşünüyorum.Son sahneye gelirsek belümde en sevdiğim sahne idi,diyebilir. Ay Taş’ından yüzük yapma fikri şahane olmuş.Emeklere sağlık.

Çekimler Sırasında Hayatını Kaybeden Film Yıldızları

Heath Ledger, Marilyn Monroe, Paul Walker, Brandon Lee, Philip Seymour Hoffman kadar filmin çekimleri devam ederken hayatını kaybeden oyuncular listesi uzayıp gidiyor.
Peki bu yıldızların rol aldığı filmlerde yapımcı ve yönetmenler nasıl bir yol izlemişler. Filmin yıldızının yokluğunu hissettirmeden zekice tamamlayanlar, yarım bırakanlar hangi filmler?

 

Heath Ledger
Filmin çekimleri devam ederken 22 Ocak 2008’de hayatını kaybetti . “Dr. Parnassus Imaginarium” (2008) Heath Ledger, Terry Gilliam’ın fantastik filminin çekimleri sırasında aniden öldü. Filmin çıkış tarihi gecikti, ancak Usta yönetmen Terry Gilliam yaratıcı bir çözüm buldu. Hikayeye bir ayna koydu. (Aşağıdaki görselde görülen ayna)  Aynaya giren karakter büyülü bir dünyaya geçiş yapıyor ve başka bir karaktere dönüşüyor. Ve bu yaratıcı fikir hem filmin anlatımına hem de oyuncu değişikliğinin filme zarar vermeden, hissettirmeden tamamlanmasına yardımcı oluyor.
Üç büyük yıldız, Johnny Depp, Jude Law ve Colin Farrell’in Ledger aynı karakterde ama üç farklı fiziksel değişimle gösteriliyor.
Yani çekimler sırasında hayatını kaybeden Heath Ledger ne kendi sinema kariyerinin yarıda kalmasına ne de filmin yarım kalmasına
neden olmuyor. Sinema ölümsüzlüğün sırrı denmesinin önemli bir örneği oluyor.


Marilyn Monroe
Filmin çekimleri “Something’s Got to Give” (1962) sırasında ölen ve filmin yarın kalmasına sebep olan belki de en göze çarpan ismidir.  Monroe , 1962’de filmin çekimleri sırasında kronolojik dehşet nedeniyle setin uzamasına neden olduğu bilinir. Bir noktadan sonra filmden atıldı ancak bir dönüş müzakeresi yapıldı ve tekrar sete döndü. Bugün bile ölümü hala şaibeli olan Monroe için “muhtemel bir intihar” olarak çıkan söylentilere karşılık
“akut barbitürat zehirlenmesinden” aşırı derecede ilaç kullanımına kadar bir çok söylentiler çıktı. Film tamamlanamadı.

 

Brandon Lee
“Crow” (1993) Filmin çekim sırasında ölen filminin başrol oyuncusu Brandon Lee, diğer aktörülerin aksine ne bir otel odasında ne sette kalp kriziyle ne de aşırı derecede uyuşturucu kullanımdan öldü. Belki en talihsiz ya da komplo teorisiyle, saboteye uğrayan isim oldu.
Bruce Lee’nin oğlu olan Brandon Lee önemli bir sahnenin çekimi sırasında yanlışlıkla diye biliniyor! Tabancadan çıkan bir gerçek kurşunla vurularak öldürüldü zaman babası gibi dev bir yıldız olma eşiğindeydi ki “Crow” Karga filmiyle bunu başardı olarak görebiliriz kendisini.

Çekimler sırasında gerçek mermiyle öldükten sonra filmin yönetmeni Alex Proyas, filmi Brandon Lee’ye benzeyen bir dublör ve özel efektlerle filmin tamamlanmasını sağladı.

 


Paul Walker
Çekimler sırasında hayatını kaybeden oyuncular içinde Hızlı ve Öfkeli 7 (2013) Paul Walker bir araba kazasında ölen Şükran tatil molası sırasında çekimleri sırasında “Hızlı ve Öfkeli 7” 2013 yılında çekimler kısa bir süre sonra durduruldu ve film gecikmeli de olsa 2015 yılında yapımı tamamlandı.

 

 

Philip Seymour Hoffman

“Açlık Oyunları: Alaycı Kuş” (2014) filmin çekimleri devam ederken hayatını kaybetti. Ancak yapım şirket Lionsgate filmi planladığı tarihte çıkarmayı başardı. “Truman” filmiyle kendisine hayran bırakan aktör, ani ölümüyle sinema dünyasında şok etkisi yarattı.

 

Aklınızı Alacak 6 Film

 

Ana akım sinemadan kaçanların uğrak yeri sinemabağımlısı.com’a hoşgeldiniz. Filmlerin konusunu yazmamanın nedeni var. Çünkü seyredince siz farklı bir bakış açısı yakalayacaksınızdır. Başka yazıları da okuyunca bana dayatma gibi gelir. Belki ben çok farklı anlayacaktım filmin bütününü! O yüzden sadece filmin adları var.

Her neyse.. Gerçek konumuza dönersek, Bazı filmlerin tek derdi vardır ve bu derdi sadece bilmek zorunda olanlar bilir. Nedir bu? Tabi ki sinemanın büyüsü. İşte bu mantıkla bu filmler size bu büyünün hepsini verecek hissiyata ve güce sahip. Ancak belirli bir izleyicilik kotanızı doldurmanız gerek bu filmleri sevebilmeniz için.

Kısaca birbirinin aynı, en az 500 film izlemeniz ve yine içinde aşk-meşk, yalan-gerçek, zengin-fakir gibi hikayelerden gına gelmesi gerekir, ki bu filmlere sarılıp kafanızı açacak ya da başka deyişle aydınlanmanıza yarayacak filmler olsun. Yani “ben ayda bir film izlerim.” diyorsanız bu filmler sizin için uygun değil.

Bir uyarı daha:

Sakın bu filmleri yanınızda genel izleyici bir arkadaşınızla, eşinizle, dostunuzla izlemeyin. Film boyunca sıkılıp
sürekli saçma yorumlar yapıp sizin sinema terapinizi mahvedebilir. Yalnızken seyretmek filmleri daha anlaşılır hale getirdiğini var sayıp, aşağıdaki filmlere bakınız. İyi Seyirler.

1. El Topo (Alejandro Jodorowsky, 1970)

  • “Köstebek”(Alejandro Jodorowsky, 1970)

    2. The Holy Mountain (Alejandro Jodorowsky, 1973)

    “Holy Dağı” (Alejandro Jodorowsky, 1973)

 

      3. The Sacrifice (Andrei Tarkovsky, 1986)

Kurban  (Andrei Tarkovsky, 1986)

 

     4. The Decalogue (Krzysztof Kieślowski, 1989 – 1990)

“Dekalog” (Krzysztof Kieślowski, 1989 – 1990)

 

      5. The Turin Horse (Béla Tarr, 2011)

“Torino Atı” (Béla Tarr, 2011)

     6. Melancholia (Lars von Trier, 2011)

“Melankoli” (Lars von Trier, 2011)

 

 

 

James Cameron Hakkında Kısa ve Çarpıcı Bilgiler

 

 

James Cameron, son 20 yılın en büyük gişe rekorları kıran bazı filmleri yönetmiş sinema dünyasının önemli bir ismidir.
“Terminatör, Aliens, Abyss, Terminatör 2: Mahşer Günü, Titanic, ve Avatar” gibi filmleriyle özel efektin sınırlarını zorladı ve teknik gelişmelere olan merakı, 3-D Fusion Kamera Sistemini içinde olduğu ekiple birlikte yaratmasına yol açtı. Ayrıca, sualtında filme alma ve uzaktan araç teknolojisinde yeni tekniklere katkıda bulunmuş biliminsanı da diyebiliriz kendisi için.

Artık büyük bir film yapımcısı ve yönetmen olan James Cameron’ın kısaca bu kariyeri şöyle başladı.
James Cameron, 1977 yazında o yıl bir çok insan gibi sinemaya gitti ve Star Wars’ı izledi.

O zamanlar ki işi kamyon şöförlüğüydü.O yaz sinemada Star Wars’ı gördükten sonra , o işi bıraktı ve kendini zorunlu hissettiği bir araştırmaya girişti.
Bir işte uzman olmak istiyorsan o işle ilgili kafayı bozman gerek felsefemi bir kez daha hatırlatıp, James Cameron da önemli bir örnektir.
İlk bilim-kurgu senaryosunu “Xenogenesis” adlı on dakikalık kısa metninde yazdı.
Kısa süre sonra, özel efektlerle çalışmaya başladı, Ve 1984’te hayatını değiştirecek filmi “Terminatör” yazıp yönetti.
Bugün üç Akademi Ödülü, iki fahri doktoralık ve NASA Danışma Konseyinde bulunan önemli bir isimdir.

 

Sisteme Tekme Tokat Giren Yerli Yapımlar

Artık zengin kız fakir oğlan, gel benim içi boş aşk beklentilerime dolan türü filmlerden sıkılmış, bunalmışsanız artık bu filmlere giriş yapmanızın zamanı geldiğini bilmeniz gerekir. İçinde kabaca ekmek, emek, haksızlıklara karşı dik duruş olan bu yapımlar biraz fikir ve vicdan sahibi izleyicilere insani duygulara götürecektir.
Aslında bu filmler akla ilk gelen ve taşı gediğine oturtan yerli yapımlar. Kısaca Sistem Eleştirisi Yapan Yerli Filmler de diyebiliriz. Çoğunda yaşamışlık olması, onları bu kadar gerçek ve ciddiyetle izlememize vesile ediyor. Döneminin ve bugün hala geçirli olduğu sosyal adaletsizlik, ötekileştirme, kapitalizm, faşizm ve hümanizmden yoksun olan toplumlarda sıkça görülen bir hastalığa teşhis koyan filmlerdir aslında. Sinemanın da ölümsüzlüğüyle bugünlere ve hatta onlarca yıllar sonra bile bu yaraların insanları nasıl etkileyeceğine şahitlik ettirecek yapımlar. 1974 – 1988 arası yapımı bu 5 film en bilindik örnekler ama bilmeyenler için hazine sayılacak filmler.

1. Otobüs (1974)

 

2. Arkadaş (1974)

 

3. Gelin (1974)

 

4. Sürü (1978)

 

5. Uçurtmayı Vurmasınlar (1988)

Bütün Zamanların En İyi 10 Türk Filmi (İlk 78 Yıllık Tarihimizdeki)

Türk Sinemasının doğuşu ve ilk 78 yılında seçilen “en iyi Türk filmleri”.

1914, Türk film tarihinin başlangıç yılıdır. 1. Dünya Savaşı’na girdiğimiz günlerde; yani, 14 Kasım 1914 günü orduda yedek subay olarak görev yapan Fuat Uzkınay, Türk asıllı bir sinemacı ve de Osmanlı-Rus savaşı sırasında Rusların Ayastefanos’a (Yeşilköy) diktikleri anıtı kamerasıyla görüntülemişse, bu tarihi belge “ilk Türk filmi”dir. Ancak, son yıllarda çeşitli tartışmalara neden olan Uzkırıay’m 150 metre uzunluğunda (bazı tarihlerde ise bu 300 metre olarak yazılır) “Ayestefarıos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı” adlı tarih belgeselini gören çıkmamıştır. Ve çekilişine ait bir tanık da yoktur. Ortada varolan ve sinema tarihi kitaplarında yayımlanan yalnızca söz konusu anıtın genel fotoğrafıdır. Konuyla ilgili elde somut belgeler veya 1914’lerden bu yana olaya açıklık getirebilecek bir tanık çıkmasa da, yeni belgeler bulunana kadar “Ayestefanos’taki Rus Abidesinin Yıkı­ lışı”, “ilk Türk filmi” sayılacak, 14 Kasım 1914 ise bir “doğum tarihi” olarak önemini koruyacaktır.

78 yıllık Türk sinema tarihinin seçkin “yüz fiim’\ böylece ortaya çıkmış oldu. Bu çalışmaya temel olarak ilk kaynak oluşturan “Konusuyla, anlatımıyla, oyun düzeniyle ulusal nitelikler taşıyan bütün zamanların (1914-1974) en iyi on Türk filmi” soruşturmasıdır. Yedinci Sanat dergisi adına düzenlenip, 126 kişinin katıldığı 14 ay süren, Türk sinema tarihinin bu büyük soruşturmasında şu sonuçlar alınmıştır.

1) “Umut” Yılmaz Güney (88 oy).

2) “Üç Arkadaş” Memduh Ün (85 oy).

3) “Susuz Yaz” Metin Erksan (68 oy).

4) “Hudutların Kanunu” Lütfi Ö. Akad (61 oy).

5) “Yılanların Öcü” Metin Erksan (52 oy).

6) “Beyaz Mendil” Lütfi Ö. Akad (51 oy).

7) “Ağıt”Yılmaz Güney (45 oy).

8) “Kanun Namına” Lütfi Ö. Akad (44 oy).

9) “Gurbet Kuşları” Halit Refiğ (38 oy).

10) “Kızılırmak-Karakoyun” Lütfi Ö. Akad (37 oy).

2000’lerin En İyi Anime’leri

 

 

Üst Not: Anime ile Animasyon arasında ne fark vardır? sorusuna kısa ve anlaşılır cevap. Anime sadece Japonya’da üretilmiş, Japon yapımı filmlerdir. Animasyon ise tam tersi.

Japon animeleri izlemek ya da bağımlısı olmak çok özeldir. Oyuncaklarla hayal dünyamızda oynadığımız çocukluk günlerimiz gibidir sanki. Hatta bir rüyadan uyanır gibi izleriz bazı animeleri. Özellikle çizimlerdeki ustalık, samimiyet ve renk paletleri bizleri yönetmenlerinin büyülü düşlerine ortak eder. İşte mutlaka izlemeniz gereken 21. yüzyılın en iyi animeleri diyebileceğimiz masal gibi Japon yapımı anime filmler.

 

6. Rüzgar Yükseliyor (Hayao Miyazaki, 2013)

 

5. Papır (Satoshi Kon, 2006)

4. Tekkonkinkreet (Michael Arias, 2006)

 

3. Kabukta Hayalet: Masumiyet (Mamoru Oshii, 2004)

 

2. Metropolis (Rintaro, 2001)

1. Ruhsal Kaçışı (Hayao Miyazaki, 2001)

 

 

 

Usta Yönetmen Christopher Nolan’ın En Sevdiği 10 Film

 

 

Kısa Not:

 

Film önerisi ya da hangi film mi izlesem? diye düşünmek yerine daha önce izlediğiniz ve beğendiğiniz yönetmenin filmografisini (bütün filmlerini) izlemek daha mantıklıdır. Çünkü yönetmenler genelde filmlerinde kullandıkları dil aynıdır. Yani filmlerinin gramerini oluştururken atmosferi, kamera hareketleri, seçilen hikaye, oyunculuk (karakter yaratılışı) birbirine yakındır. İşte bunları baz alarak yaşayan en önemli yönetmenlerden biri olan Christopher Nolan, yaptığı filmlerde daha karanlık bir üslup kullanır ve filmografisinde görüldüğü üzere hep aynı anlatım vardır. Bu yönetmenlik açısından çok zor ve önemli bir unvandır. Bir örnek vermek gerekirse, Batman Kara Şövalye filminde bile karanlık bir atmosfer, güven vermeyen karakterler ve entrika dolu bir hikaye ile bizi karşı karşıya bırakır. Bunları yapan bir yönetmenin de tabi ki sevdiği filmlerde o türde olur. İşte Nolan’ın favori filmleri. Genelde kendisi gibi İngiliz yapımı olan filmler neonoir ve epik sinemanın önemli örneklerinden.

1. 2001: A Space Odyssey (1968)

Çağının ve hala yaşadığımız bu dönemin çok önünde giden tartışmaz sinema tarihinin kült yönetmenlerinden biri olan Stanley Kubrick’in akıllara durgunluk veren filmidir “2001: A Space Odyssey”. Paralel kurgu ne demek? diye soranlara “giriş sekansını izleyebilirsin” diye soran kişiye rahatça söyleyebilirsiniz. Ki; Christopher Nolan her filminde bu paralel kurgu işini başarıyla yapıyor. (Interstealler) filmi dahil. Demek ki ilham alınan filmleri iyi analiz etmek ve üzerine düşünmek kendi üretkenliğini de bir tık yükseltmiş.

2. The Black Hole (1979)

3. Topkapi (1964)

4. Blade Runner (1982)

5. Chinatown (1974)

6. The Hitcher (1986)

7. Lawrence Of Arabia (1962)

8. On Her Majesty’s Secret Service (1969)

9. Star Wars (1977)

10. The Man Who Would Be King (1975)

Siz de en sevdiğiniz 3 filmi yorum yazarak bizimle paylaşabilrsiniz.

Yalnızlığı Kapalı Gişe Olan Filmler

 

Her insanın kendini yalnız hissettiği dönemler olur. Geçicidir, ölümcül değildir ve unutulur. Ancak bu sinemada bir kez icraat edildiyse bir daha asla kurtulamaz o film. Çünkü sonsuza dek yalnız olacak film karakterleri olarak kalacaklar. Bu listedeki filmlerde yalnızlıklarını, kendilerine olan yabancılaşma ve uzaklaşmaları çok iyi şekilde işlenmiş usta işi filmlerdir. Tabi ilk önerim yalnız izlemeniz. “Yalnızlık hiçte Tanrısal değil.”

NOT: Twitterdaki arkadaşlar bilir, tırmak içinde olmayan yazılar özgün ve ilk defa burada gördüğünüz yazılardır. Filmin altında gördüğünüz yazılar filmden alıntı, replik değil kendi düşüncelerimdir. İyi Seyirler

1.Wild Strawberries (1957)

Kitap gibi tasvir edilen planlar.

 

2. Her (2013)

Her yalnız kendi ciğerinden asılıdır.

 

3. Le Samourai (1967)

Senin yalnızlığın gerçekten çok  senfonik!

 

4. Cast Away (2000)

Mal-mülk, para-pul yalan. Varsın biraz sen oyalan.

 

5. Solaris (1972)

Bilimkurgu, felsefe, distopik, yalnız özel ve değerli film.

 

6. Taxi Driver (1976)

Her şey bir cinnete bakar diyen film.

 

 

7. The Machinist (2004)

Vicdan sahibi her insan yalnızlığa doğru giden yolcudur.

 

8. Paris, Texas (1984)

Bağımsızlık benim yalnızlığımdır.

 

9. Lost in Translation (2003)

Sabaha doğru her yer mavidir. O yalnızlığın rengidir.

 

10. Wings of Desire (1987)